Kdz.Ereğli

"ETHEM ÇAVUŞ, ERMENEK’TEKİ PATLAMAYI 100 YIL ÖNCE HABER VERMİŞ MEĞER!"

Eğitim Sen Zonguldak Şube Sekreteri İsmet Akyol, Evrensel Basım Yayın Emek Araştırmaları serisinde geçen yıl yayınlanan Ahmet Naim’in anı-röportaj çalışması 'Yeraltında Kırkbeş Sene-Bir Maden İşçisinin Anıları 1886-1931' kitabını analiz etti.

Abone Ol
Akyol’un 10 Ocak 2015 tarihinde Evrensel Zonguldak Kent ekinde yayınlanan yazısı şöyle:
  
Zonguldak maden ocakları ve maden işçileri üzerine çok sayıda öykü, roman, şiir, araştırma kitabı yayımlanmıştır. Zonguldak için her birinin ayrı bir değeri ve önemi vardır. Bu kitaplardan birisi de Evrensel Basım Yayının Emek Araştırmaları serisinde yayınladığı Ahmet Naim’in bir anı-röportaj çalışması olan “Yeraltında Kırk Beş Sene: Bir Maden İşçisinin Anıları 1886-1931” kitabı. Daha önceden farklı yayınevlerinde yayımlanan kitap, Ahmet Naim’in oğlu Sina Çıladır’ın baskıya hazırlamasıyla yeniden yayımlanmış oldu. Sina Çıladır, Ahmet Naim’in eldeki hikayeleri ile 1940’lı yıllarda 7 Gün’de tefrika edilen ”Toprağa Dönüş” adındaki romanının da Evrensel Basım Yayın tarafından yayınlanacağını yazdı.
  
Devrek’in Çomaklar köyünden en büyüğü on beş yaşında yedi çocukla birlikte çıkıp üç günde Zonguldak’ta maden ocağında işe başlayan Ethem (Yemelek) Çavuş’un 1886-1931 yılları arasındaki anılarından oluşan kitap, o dönemki Zonguldak maden ocaklarına ve işçilerin çalışma koşullarına ışık tutuyor. Kitabın 63’üncü sayfasından itibaren ise “Bir Yudum Soluk: Maden İşçilerinin Ocak İçi Yaşantıları” başlıklı bölüm başlıyor. Bu bölümde Ethem Çavuş’a, Ahmet (Çaproğlu) Çavuş da eşlik ediyor.
 
Kitabı okuduğunuzda o yıllarda yaşanan kazaların, ölümlerin birebir bugün de yaşandığına tanık oluyorsunuz. Aradan 130 yıl geçmiş ama madende ocaklarında yaşanan kazaların oluş ve ölüm biçimlerinin günümüzde de değişmediğini öğreniyorsunuz.
 
Hatta o yıllarda, o ilkel koşullarda en son Soma örneğinde olduğu gibi yüzlerce işçinin toplu halde bir anda ölmediğini de öğrenmiş oluyorsunuz. Sormadan edemiyorsunuz; onca gelişmeye rağmen, uzaya bile gidilmişken, yeraltına bu teknoloji niçin inmemiş?
 
MEZAR TAŞI KÖMÜRDEN
 
Ahmet Naim anılarını öykü tarzında aktarmakta. Madenciliğin geleneklerini, madenle ilgili birtakım tanımları, işçilerin kendilerinin bulduğu “ateşnefes” ve “körnefes” gibi kavramları, maden ocaklarında yaşanan kazaları ve deneyimleri, grizu ve göçükleri, ölümleri, ocaklarda çalışan çocuk ve kadın işçileri, ölümler karşısında deneyim kazanan işçilerin birbirlerine olan güven ve dayanışmasını okudukça kitabı elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Göçükte ölen çocuk işçiyi bulamayıp, göçüğü kapatıp ocak içinde cenaze töreni yapıldığını, göçükte kalıp alınamayan işçilerin yıllar sonra fesli iskeletleriyle bazen de bozulmamış işçi cesetleriyle karşılaşıldığını öğrendiğinde bir hüzün sarıyor okuyucuyu. Mezar taşı kömürden olan madencilerdir bunlar. Devlet ocaklarında çalışmanın karşılığının devlete olan vergi borcundan düşüldüğünü; tüccar (özel sektör) ocaklarında ise para yerine Amerikan bezi, kırmızı güllü basma, kalay verildiğini öğreniyoruz. O zamanın iş saatlerini anlatmak için, “gün  doğumu-gün batışı” tabirinin kullanıldığını gün batışının gözlemlendiğini ama gün doğumunun horozun ötüşüne göre ayarlandığını belirten Ethem Çavuş, “O zamanın madencileri horozu vakitsiz öttürmenin yolunu bilirlerdi! Hususi surette bu iş için beslenen horozların kümesinin önüne, daha şafak sökmeden bir kandil götürülür, kandilin ışığına aldanan horoz başlardı ötmeye. Bu iş başı işareti idi…” diyor. Günümüzün taşeronları, patronları horoz kullanmasalar da işçileri bir şekilde fazladan çalıştırıyorlar. Yer yer espriler ve o döneme ait yiyecek, giysi, eşya adlarının da kullanıldığı, her yaştan okuyucunun kolayca okuyacağı sürükleyici bir kitap “Yeraltında Kırk Beş Sene.”  
 
OCAK KAZALARININ EN ZALİMİ
 
“Su patlaması yüzünden ocaklarımızın geçirdiği kazalar son yıllarda hemen yok denecek kadar azaldı. Su, eğer zamanında hissedilip gereken tedbirler alınmazsa, diyebilirim ki ocak kazalarının en zalimidir. Öyle ‘göçük’ gibi bir defada üç-beş canı değil, yüzlerce canı birden söndürür” diyen Ethem Çavuş, 2014’ün Ekim’inde Ermenek’te 18 maden işçisinin hayatını kaybettiği su patlamasını yüz küsur yıl öncesinden haberdar etmiş aslında.
 
Zonguldaklı olunur da madende çalışmayan olur mu? Her evde bir maden işçisi ya da maden emeklisi biri vardır. Zonguldak maden ocaklarında iş bulamadıysalar madenin çıktığı başka bir yere gider Zonguldaklı maden işçileri. Soma’da, Ermenek’te, Bolu Mengen’de maden ocağının olduğu birçok yerde Zonguldaklı maden işçisi vardır. 1960’lı yıllarda ise Almanya’ya kadar gitmiştir Zonguldak maden işçileri. “Bir yanda ocak korkusu, bir yanda geçim derdi. Her zaman ikincisi ağır basardı…” diyor Ethem Çavuş. Ethem Çavuş’un söylediklerinin aynısını Emekli Maden İşçisi ve Araştırmacı Yazar Erol Çatma da söylüyor. Çatma, Ermenek’teki su patlamasında ölen arkadaşı Çaycuma Kızılbel köyünden Ocak Şefi Recep Çiloğlu’yu anlattığı yazısında, “Çocuklarının aç kalması korkutuyor onları. O nedenle ‘İşsiz kalacağımıza göçükte kalayım daha iyi’ deyip, ölüm pahasına ocaklara gider Zonguldak maden işçisi” diyor.
 
 
‘BU KİTAP BİZİ ANLATIYOR’
 
Okulda 8. sınıf öğrencileriyle sınava hazırlık amacıyla sorular çözerken sorulardan birinde Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Su insanı boğar, ateş yakarmış!” dizesiyle karşılaştığımızda soru çözmeyi bıraktım.  Dizeyi tekrarladım: “Su insanı boğar, ateş yakarmış!” Karaman’ın Ermenek ilçesinde 28 Ekim 2014 tarihinde maden ocağını su basması sonucu yaşamını yitiren 18 madenciyi hatırladım bir anda. Henüz madencilerin cansız bedenleri yeraltından çıkarılmamıştı. 18 işçiden Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe’nin “Oğlum yüzme de bilmezdi, suyun içinde ne yaptı?” sözleri o günlerde gazete sayfalarındaydı.  
 
Yine o günlerde Zonguldak ve ilçelerinde madencilere, madenci yakınlarına ulaştırmak için Ahmet Naim’in “Yeraltında Kırk Beş Sene” kitabından 150 adet getirtmiştik. Çantamdan kitabı çıkarıp “Su Patlaması Korkunçtur” anısını okudum öğrencilerime. Öğrenciler büyük bir dikkatle dinlediler Ethem Çavuş’un anlattıklarını: “Ocaklarda kaza oldu mu gece vardiyası gündüz vardiyası yoktur. Herkes iş başı yapar, yardıma koşar… Ben de kazayı haber alınca fırladım. Su patlayan bacaya girmenin imkânı yoktu. Ocağı sel basalı üç saat olmuş. Baca ağzından hâlâ belimin üç katı kalınlığında su akıyor… Altı kişi olmaları lazım birisi yok! Su ancak sabaha karşı hafifledi… Altı kişilik takımın içinde, küfecilik eden bir çocuk kayıptı. Ocağın altını üstüne getirdik, arayıp taramadığımız köşe bucak kalmadı, yoktu!.. Ocaktan yorgunluktan tükenmiş bir şekilde çıkarken, şafak sökmek üzereydi. Elimi yüzümü yıkamak için dere kenarına yürüdüm. Avuçlarıma su doldurup yüzüme çarparken gözüme bir şey ilişti. Dikkatle baktım. Gördüğüm şey, dere sularının tertemiz yıkadığı bir çift ayaktı… Bacadaki çocuktu bu! Kayıp çocuk amele!.. Cesedi vurdum omzuma, dere yatağını tırmanmaya koyuldum… Yukarı çıkarken, nedense, anasıyla babasını düşündüm. On dört on beş yaşlarında anca vardı. Yıkanmış yunmuş ayakları gözümün önünden yıllarca gitmedi.”
 
Okuma bittiğinde sınıfta bir sessizlik oldu. Sessizliği sınıfın en sessiz öğrencilerinden Esra bozdu. Esra, “Bu kitabı okumak istiyorum” dedi. Esra’nın babası da maden işçisiydi. Esra’dan sonra diğer öğrenciler okumaya devam etti, “Yeraltında Kırk Beş Sene”yi. Öğrencilerden birisi, kitabın kimi bölümlerini evde maden emeklisi büyükbabasına okuduğunu söyleyip, büyükbabasının, “Bu kitap bizi anlatıyor” dediğini söylediğinde kitabın gerçek sahibinin Zonguldaklılar olduğuna kanaat getirdim. 
 
‘BÜTÜN MADENCİ ÇOCUKLARI VE AİLELERİNİN ELİNDE OLMASI GEREKEN BİR KİTAP’
 
“Yeraltında Kırk Beş Sene”yi Çaycuma’da yöresel ürünler satan Şenol Çakar’a verdikten birkaç gün sonra yanına gittiğimde, kitabı tezgahta yöresel ürünlerin yanına koyduğunu fark ettim. Kitabı gelen müşterilere önerdiğini söyleyen Çakar, “Öncelikle bütün madenci çocukları ve ailelerinin elinde olması gereken bir kitap. Madencilik kültürünü bilmeyen, bu yaşamı hissetmeyen, madencilerin çektiği sıkıntıyı, acıyı, alın terini bilmeyen insanların mutlaka okuması gereken temel eserlerden birisi bu kitap” diyerek on kitap daha istedi.
 
Kitabın benimsendiğine dair başka bir örneği de Emek Partisi Zonguldak İl Başkanı Ateş Türeli verdi. Türeli, birlikte çalıştığı ve pek de kitap okuma alışkanlığı olmayan liman işçisi arkadaşının bir iki saat içinde kitabın 70-80 sayfasını okuduğunu anlattı.
 
Zonguldak madencileri, onların çocukları, eşleri, yakınları ve Kara Elmas diyarı, emeğin başkenti Zonguldak’a sempati ve saygıyla bakanlar “Yeraltında Kırk Beş Sene”de kendilerini buldukları için kitabı sahiplendiler diye düşünüyorum. Emek tarihine, Zonguldak tarihine, işçi sınıfı tarihine ışık tutan “Yeraltında Kırk Beş Sene” birkaç baskı yapacak gibi görünüyor. Teşekkürler Ahmet Naim. Teşekkürler Sina Çıladır. Emeğine saygıyla…


Haber : 

Abone Ol